Saraydan Kovulan “Soytarı”


Biz Joker’le yeni tanışmadık. Joker, hepimizin bilinçdışında tanış olduğu ve dünya yaşamında tarihte, mitolojide, tiyatroda, edebiyatta, filmlerde, hatta siyasette karşımıza çıkan bir gölge suret. İç dünyamıza ait bir parça. Biraz karanlık, biraz tedirgin edici, biraz cüretkâr biraz naif biraz komik biraz dramatik.

Dışsallaştırdığımız Soytarıyı önce kelime anlamı ile sonrasında da insanlık tarihindeki yeri ile tanımaya çalışalım, içteki Soytarıya geçmeden önce.

Soytarı Arapça “sateri” kelimesinden kök alan ve “hayasız, yüzsüz, maskara” gibi anlamların yanında “lezbiyen, erkek rolü oynayan kadın” anlamına gelen bir kelime. Arapça “sateri” nin kaynağında ise, Yunanca bir kelime olan “satir” den geliyor. Satir, vücudunun üst kısmı insan, alt kısmı keçi olan; şarap içip, flüt çalıp, kırlarda koşan, orman perisi kovalayan mitolojik bir karakter. Kelime anlamlarına baktığımızda ötekileştirilmiş, ciddiye alınmayan, haz odaklı, amaçsız ve hatta erki elinden alınmış erkekliği, hatta belki de cinsiyetsiz bir kimliği sembolize eden çağrışımlar listesi çıkarıyor karşımıza.

Tarihsel olarak ise Soytarı, siyaset ortamı olan saraylarda ve tiyatroda karşımıza çıkan toplumsal ve sanatsal bir rolü, hatta bir statüyü temsil etmekte. Soytarının temel işlevi, kralı (hükümdar, derebeyi vb.) eğlendirmek olsa da bununla sınırlı değil yazılı kaynaklara göre. Soytarının en önemli görevi, kimsenin kralın yüzüne karşı söyleyemediği gerçekleri mizahın arkasına gizleyerek, otoritesini sarsmadan ve onu incitmeden söyleyebilmesiydi. İşin ilginci kralların da kendilerine doğruyu söyleyebilsin diye etraflarında bir soytarıya mutlak yer ayırması idi. Hatta hani derler ya “başını yastığa koyduğunda vicdanıyla baş başa kalır insan…” Kralın en mahrem yeri olan yatak odasına girebilen ve gece sohbetleri ile bir nevi vicdan muhasebesi yapmasına aracı olan zat da Soytarının ta kendisi olurdu. Danışmanları, bakanları değil. Bu açıdan baktığımızda Soytarı belki de “tarihteki ilk ombdusman” ya da günümüzde, gerçeklerle bağlantısını kurmak için, seans odasında danışanına narsisistik incinmeyi yorumlayarak, yüzleştirme tekniğini uygulayan “psikoterapistin bir öncülü” de sayılabilir.

Bilinçdışı kodlara atıf yapan Soytarı (Joker) nasıl oldu da muhalifin, kötünün temsilcisi oldu? Çünkü aslında her ruhsal sembol/arketip birbirinin zıddıyla beraber yaşar. Yani kral da Soytarı da aslında parça parça kişinin özellikleridir ruhsal dünyamızda. Biri olmadan diğeri olmaz. Olursa denge bozulur, bir tarafın şişmesi önce kişiyi kendi içinde ve ilişkide olduğu insanlar arasında ve en genelinde de toplumu zehirler. Ben buna “saraydan kovulan Soytarı” diyorum. Dış dünya açısından gerçekle teması olan, gerçekçi değerlendirmeleri kimseye kulak asmadan konuşan, davranan kişilerin dokuz köyden kovulması gibi…İç dünyamızda da gerçekle, gerçek kendimizle temas kurmaya çalıştığımızda ötekileştirmeye maruz kalıp, sahte bir kendilik ile sahte bir dünyaya uyum sağlama çabasının zirvesini yaşamaktayız günümüzde. Hem içimizdeki kralın yalakasıyız hem dışardaki kralların (burada yönetsel anlamda yönetici olan kişi olarak ele almıyorum kralı. Günlük yaşamımızda ilişkilerimizdeki kral ve kraliçeler olarak daha geniş bir alana yayıyorum kelimeyi. Belki içimizdeki, belki de dışarda bu rolleri verdiğimiz kişileri…) Artık geceleri başımızı yastığa koyduğumuzda vicdanımız ya da onun temsilcisi olan Soytarının sesini duymuyoruz.

Çünkü insan, zaaflarının ve zayıflığının bir şekilde örtülmesi için güce/erke duyduğu ve hangi şekilde olursa olsun elde ettiği erk ile kendi zayıflığını örten sahte benliğini koruma çabasında. Bunu ona hatırlatan her şeyden kaçmalı ve onu işaretlemelidir. Evet her sistem kendini koruma konusunda muhafazakardır. Denge arayışı sağlıksız da olsa, böyle kurulmuşsa ve bu dengeyi bozan gerçeklik bile olsa ret edilmelidir. Evet bu yüzden artık Soytarı, değil köyden, değil saraydan, kendi içimizden bile kovulmuştur.

Bu açıdan Joker filmi ise ne gariptir, artık gerçeklerin sözcülüğünden vaz geçip sahteleşmiş sistemi muhafaza eden gösterişli ucubeye kendini feda etmiş ve gerçek kendilik temsili olan Soytarının alternatif krala dönüşmüş halini bize izletmiştir. Muhalifi olmayan, eleştiriyi kaldıramayan, gerçekle-sahte olan arasında ayrım yapamayan ya da tercihini sahteden yana kullanan her ruh gibi, her toplum da kaosa sürüklenir. Kaos yıkıcıdır. Ama yıkım olmadan yapım/inşa olmaz noktasında, bize artık ihtiyacımız olan gerçekliğe dönme vaktinin geldiğini anlatmaktadır. Kendi içimizde ve birbirimizle hesaplaşmalı ve hayatımızı zehirleyen şeyden vaz geçmeliyiz. Yoksa gerçekler, önce Soytarının palyaço maskesi altında gülmeceden şiddete dönüşecektir. Yani önce vicdan kirlenecek ve şiddet oradan yayılacaktır.

İçimizdeki saraya Soytarıyı sokmak dileği ile…

Nevhan Varol

Dark İstanbul Mart 2020 sayısında yayımlanmıştır.