Evsizlik, fiziksel bir yer değiştirmeden ya da mekan yoksunluğundan daha fazlasıdır. “Dışlanmış” arketipi tarafından yönlendirilen çok sayıda iç ve dış faktörün oluşturduğu bir takımyıldız kümesidir.
Evsiz, hem harici hem de dahili olarak bir kopukluk durumunu sembolize eder. Bilinçdışı, kişisel deneyimler ve toplumsal güçler arasındaki karmaşık bir etkileşimdir. Yer değiştirmeyi çözmek ya da anlamak, dış dünyada ve kişinin kendisinde bir güvenlik, aidiyet ve kabul duygusunu yeniden tesis etmeyi içerir.
Fiziksel barınak yokluğunu aşar ve ruhsal ve duygusal yer değiştirmeye girişir. Bireylerin değişimin çalkantılı dalgaları arasında kendilerini kaybolmuş hissettikleri, hızla gelişen bir toplumda yaşanan yabancılaşmayı ve yer değiştirmeyi yansıtır. Bu sembolik mülksüzleştirmede, kolektif savunmasızlığımıza ve güvensizliğimize bir gönderme vardır. Evsizlik homojen bir olgu değildir. İşler veya evler arasında geçici olarak barınaksız bireylerden, yıllarca veya on yıllarca istikrarlı bir barınmadan yoksun olarak hayatını geçiren kronik olarak evsiz bireylere kadar uzanır. Psikolojik imalar, bu spektrumlar arasında önemli ölçüde farklılık gösterir ve incelikli bir anlayış gerektirir.
Tarihsel koşullar
Eski toplumların çoğu, grubun üyelerine değer verdiği kooperatif ilkelerine göre faaliyet gösteriyordu. Göçebe kabileler arazide dolaşıyordu, evsiz değildiler, her yer ev için bir imkandı. Onlar için ev sabit bir yer değil, kendilerini buldukları yerdi.
Antik Roma, çağdaş evsizliğe benzer bir şeye ilk bakışımızı sunar. Yabancılar, ailesi veya patronu olmayanlar kendilerini yaşayacak bir yer bulamazlardı toplum içinde.
Orta Çağ’a doğru gidersek, kentsel gelişim, insanların ‘evsiz’ kalabileceği bir senaryo yarattı. Bu sorun, veba ve savaş sırasında daha da kötüleşti ve insanları kırsal alanlardan şehirlere sürdü. Feodal beyler ve toprak sahipleri, hastalık veya yaralanma nedeniyle çalışamayan serfleri kovdu. Bu sorun, Rönesans boyunca ve şehrin aşırı kalabalık ve kötü çalışma koşullarının evsizliği yaygınlaştırdığı Sanayi Devrimi boyunca devam etti.
20. yüzyılda büyük sosyo-ekonomik değişimler meydana geldi. Büyük Buhran, dünyanın birçok yerinde yaygın evsizliğe yol açtı. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki gecekondu mahalleleri veya “Hoovervilles”, ekonomik umutsuzluğun sembolleri haline geldi. Dünya Savaşı’nın ardından, dünya çapındaki hükümetler vatandaşlara barınma sağlamaya odaklandı. Bununla birlikte, ekonomik eşitsizlikler, akıl sağlığı sorunları ve madde bağımlılığı kalıcı sorunlara katkıda bulundu.
Postmodern döneme baktığımızda, evsizliği sistemik ve karmaşık bir sorun olarak görürüz. 2008 mali krizi ve küresel COVID-19 salgını gibi ekonomik gerilemeler, konut güvensizliğini şiddetlendirdi. Servet eşitsizliği, uygun fiyatlı konut eksikliği ve yetersiz sosyal güvenlik ağları genellikle insanları sokaklara sürükledi. Ayrıca, sosyal damgalama, evsiz yaşam deneyimi yaşayanlar için topluma yeniden entegrasyonu zorlaştıran bir faktör oldu.
Psikososyal etkiler
Evsizlik, çeşitli siyasi faktörler nedeniyle birçok toplumda kalıcı bir sorun olmaya devam etmektedir. Fahiş fiyatlar, imar düzenlemeleri, uygun fiyatlı konut eksikliğini pekiştirmektedir. Sağlam sosyal refah sistemlerinin olmaması sorunu daha da kötüleştirmektedir. Birçoğu için, iş kaybı veya büyük bir sağlık krizi konut edinmeyi riske atmaktadır.
Şizofreni, bipolar bozukluk ve belirgin depresif bozukluklar sıklıkla evsizlikle sonuçlanabilmektedir. Bu koşullar, iş istikrarını ve sosyal ilişkileri engelleyerek evsizlik riskini şiddetlendirmektedir. Damgalama ve erişilebilir akıl sağlığı hizmetlerinin eksikliği, tedavi için aşılması zor engeller yaratmaktadır.
Uyuşturucu ve alkol genellikle travma, yoksulluk veya akıl sağlığı bozuklukları için başa çıkma mekanizmaları olarak hizmet eder. Bu sanal güven, bağımlılığa yol açarak, bir bireyin istikrarlı barınma sağlama kapasitesini daha da bozabilir. Madde bağımlılığı tedavisi için kaynakların yetersizliği döngüyü devam ettirmektedir.
Aile içi çatışmalar ve aile içi şiddet sıklıkla evsizlikten önce gelir. Duygusal, fiziksel veya cinsel istismar, özellikle gençler ve kadınlar için evde kalmayı savunulamaz hale getirebilmekte, bu kişiler genellikle travma ve istikrarsızlığın yükünü taşırken, barınma kaybına karşı savunmasızlıkları artmaktadır.
Kurumsal başarısızlıklar krizi şiddetlendirmektedir. Koruyucu ve kontrolcü aile sistemleri genellikle gençleri bağımsızlığa hazırlamakta başarısız olurken, bu gençler, yaşlandıkça sınırlı kaynakların ve becerilerin acı gerçeğiyle karşı karşıya kalmaktadır. Bu hayal kırıklığı, gerçeklikle uyumsuz beklentileri onları sokaklara itebilecek alt yapıyı hazırlar.
Sosyal izolasyon evsizlik sorununu ağırlaştırmaktadır. Destek ağları, insanların krizler sırasında duygusal ve finansal yardım almasını sağlar. Evsizlik genellikle bu ağlar yıprandığında veya parçalandığında ortaya çıkmaktadır. Toplumun sahipsiz bireyleri damgalaması, potansiyel destek kaynaklarını aşındırarak onları daha da yabancılaştıracak bir etki sağlar.
Yapısal eşitsizlikler de evsizlik sorununu büyütmektedir. Sistemli ırkçılık, cinsiyet ayrımcılığı ve eğitimde fırsat eşitliğinin olmaması ekonomik istikrarsızlığa yol açar. Bu istikrarsızlıkta marjinal /kırılgan gruplar genellikle kendilerini orantısız bir şekilde etkilenmiş bulacaklardır. Bir yoksulluk döngüsünün devamı kriz zamanlarında pek çok kişiyi güvenlik ağından yoksun bırakacak bir zemin hazırlar.
Psikodinamik özellikler
Evsizliğin altında sayısız psikolojik ve duygusal deneyim yatmaktadır. Çözülmemiş travmalar genellikle öncül bir göre üstlenir. İhmal, suistimal veya bozukluk/hastalık/işlevsizlik ile işaretlenmiş bir çocukluk, kişinin benlik, başkaları ve dünya algılarını çarpıtabilir. Bu tür travmalar, bir kişinin istikrarlı ilişkileri veya istihdamı sürdürme yeteneğini bozarak geçici bir varoluşa yol açabilir.
Alt düzey psikolojik savunma mekanizmaları da önemli bir rol oynamaktadır. Bu bilinçsiz stratejiler, iç çatışmaları ve dış stresleri yönetir. Bu stratejilerden bazıları, bir tür kaçınma veya kendini yatıştırma biçimi olarak madde kötüye kullanımına neden olarak yaşamsal dengesizlikleri şiddetlendirebilir ve kişileri evsizliğe sürükleyebilir.
Ruh sağlığı sorunları genellikle evsizlikle kesişir. Depresyon, kaygı ve kişilik bozuklukları gibi durumlar, istikrarsız barınma durumlarından kaynaklanabilir ve bunlara katkıda bulunabilir. Bu koşulları yaşayan bireyler, bir işte tutunmak, ilişkilerini sürdürmek veya yardım istemek konularında sorun yaşayabilir. Ruh sağlığı sorunları, ihtiyaç duyulan desteğe erişimin zor veya mevcut olmaması nedeniyle genellikle evsizlikten çıkış yolunu karmaşık hale getirmektedir.
İçselleştirilmiş toplumsal damgalama da evsizliği toplumsal düzeyde sürdüren etmenlerdendir. Bireylerin marjinal statüsü, değersizlik ve umutsuzluk duygularına yol açabilir. Kişiler, bu olumsuz algıyı içselleştirerek kendi kendini baltalayan davranış ve düşünceler döngüsüne yol açabilirler. Bu kendini damgalama, bir kişinin yardım arama ve kabul etme motivasyonunu önemli ölçüde etkileyerek onları konuttan mahrum bırakabilir.
Uzamış ya da çalışılmamış yas duyguları ile kayıp evsizlik sorununda ön plana çıkar. Evsizlik, yalnızca maddi varlıkların değil, aynı zamanda ilişkilerin, güvenliğin, sağlığın ve haysiyetin kaybıyla sıklıkla bağlantılıdır. Bireyler, umutsuzluk duygularını yoğunlaştıran ve zihinsel sağlık sorunlarını şiddetlendiren karmaşık bir keder biçimi yaşayabilir.
Son olarak, kişilerarası ilişkilerin rolünü ele almalıyız. Tekrarlanan ilişki travması yaşayan insanlar için başkalarına olan güven azalır, potansiyel duygusal zarar yerine yalnızlığı seçerek destekleyici bireyleri veya hizmetleri kendilerinden uzaklaştırabilirler.
Bu psikodinamik faktörleri anlamak, evsizliğin altında yatan psikolojik gerçeklerle empati kurmamıza yardımcı olur. Bu unsurları kabul ederek, yerinden edilmeyle mücadele edenlerin maddi ihtiyaçlarını ve yaşadıkları zihinsel ve duygusal kargaşayı ele alan müdahaleleri şekillendirebilmek mümkündür.
Arketipsel dinamikler
Sürgün arketipi, aidiyet ve güvenlik kavramlarımıza meydan okur. Keskin bir savunmasızlık ve sosyal marjinalleşme, bizi umutsuzluk ve izolasyonla karşı karşıya getirir. Evsiz insan, kolektif korkularımızın ve endişelerimizin bir sembolü haline gelir. Onların varlığında, sosyal dokumuzun kırılgan doğası bize kendini hatırlatır.
Dışlanmış öteki ile karşılaştığımızda, hayatta kalma mücadelesine en ham haliyle tanık olurken, kimlik ve amaç sorularıyla boğuşmak zorunda kalırız. Evsizler, savunmasızlıklarımızı ve güvensizliklerimizi yansıtan bir ayna haline gelir. Onları görmezden gelerek, acılarına göz yumar, kendimizi onların durumundan uzaklaştırırız. Yine de, derinlerde, birbirimize bağlı olduğumuzu ve içinde bulundukları kötü durumun doğasında var olan adaletsizliğin farkındayızdır. Başkaları acı çekerken biz gerçekten huzurlu olamayız.
Sürgün arketipi, bizi kendi ön yargılarımız ve ön yargılarımızla yüzleşmeye zorlar. Koşulları ne olursa olsun, her insanın doğuştan gelen onurunu tanımamız için bize meydan okur. Evsiz her insan, bize ortak güç ve uyum kapasitemizi hatırlatan, insan ruhunun dayanıklılığının bir kanıtı olan bir hikaye taşır. En olumsuz koşullarda bile potansiyel taşırlar.
Yine de, sürgün arketipi doğası gereği olumsuz değildir. İçinde dönüştürücü bir potansiyel vardır. Geleneksel olarak, zorlu deneyimlerinden elde edilen bilgeliğe sahiptirler. Toplumsal eşitsizlikleri bize yansıtan ayna görevi görürler. Bu bakış açısından, evsizleri toplumsal başarısızlıkların kurbanları ve derin iç görüler aktarabilen bireyler olarak görebiliriz.
Esneklik en zorlu durumlarda bile gelişir. Değişim adına çabalamamız için bize ilham veren, yoksulluğun üstesinden gelen bireylerin hikayelerine tanıklık edebiliriz. Her birimiz bu toplumsal duvar halısınının dokumasında bir ilmek olarakyer almaktayız. Empati, anlayış ve eyleme yönelik toplu bir motivasyon ve hareket, evsizlik üzerinde dönüştürücü bir etki yaratabilir. Yerinden edilmenin modern gerçekliği, bizi bu sorunlarla doğrudan yüzleşmeye çağırıyor ve birlikte bu gerçeği daha adil bir gelecek için yeniden tanımlayabiliriz.
Kaynak: thisjungianlife.com
Türkçeleştirme : Nevhan Varol