Bencil Alemden Devr-i Aleme:”Uzlaşan Yürekler Üzerine Bir Seyahatname”

B e n i m   d ü n y a m d a…

“Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. İçimdeki benler, kral ya da kraliçe iken, ötekiler bahçemde teba iken. Kontrol elimde, dünya zihnimin içinde, ben herşeye muktedir iken. Benimkilerle muhabbet eyleyip, benim olmayanları surlarım içine almak ve söğürmek ya da surlar dışında yenmek ve öldürmek için savaşırken. Ah bu masal ülkesinin sınırlarını genişletirken ne kadar da yandı yüreğim. Ne kadar da candı, cananıma suretim.Ne kadar da kandı nefesim, canına can kalan suretine senin.”

“Beni anlayın” der ama anlamaz kimileri. “Beni duyan var mı?” der. Aslında bir çabası da yoktur anlamak ve duymak için. Tek çabası kendini anlatmak, kabul ettirmek ve kendini kocaman bir dünyaya çevirebilmektir. İkna etmek veya yok etmek üzerine kuruludur, inşaatının temeli. Korkar dünyasının kocaman olmamasından. Kendi dünyası küçülür, öteki dünyalarla karşılaşıp, çarpışırken. Ve her çarpışma bir deprem, her deprem bir öfkedir. Öfke tek silahıdır diğer dünyaları küçültmek için… Değersizleştirmek için… Hükmetmek için… Ya hükmedilirsin ya hükmedersin tek yoludur yaşamanın. Yoksa dağılıp gider bazıları…Yoksa küçük, çirkin, iğrenç bir mahluka döner… Bunu görmekten de görülmesinden de canı acır… Canı acıdıkça, acıtır. Bu kısır döngü seyahat, böylece devam eder. Ne gittiği bir yer vardır, ne döndüğü. Aslında annenin kucağından inmeden dünyayı ele geçirmektir dileği.

Zordur, aynı masada oturmak ya da başkaları ile ortak bir noktada buluşmak. Zaten masada kendi ve kendi parçaları oturur. O yüzdendir birlikte ama aslında kendi ile dolu bir dünyada yalnız olmanın dayanılmaz acısını hissetmesi… Hiç öteki yoktur yanında, yamacında, yüreğinde. Masası uzun, büyük.. Baş köşesinde kendi, etrafında uzantıları… O gülünce gülünen, o ağlayınca ağlanan, sözleri ve yaptıkları alkışlanan, sarsılmaz tek bir dünyadır o. Dünyada yaşamak için değil, dünyasını yaratmak için gelmiştir yeryüzüne. İlahi gücün, yeryüzüne inmiş görüntüsüdür o.

Çoktur ama bir okadar azdır. Çünkü insan, başka bir insanla zenginleşir. Çünkü insan, başka sesler duyarsa yeni kelimeler öğrenir. Çünkü insan, başkası tarafından görülürse hisseder. Kendini bilmek için ayna lazımdır..Aynaya bakmayan ne olduğunu göremez.. Kendini göremeyen, başkasını zaten göremez.  Uzlaşmak, görmek ve görülmektir çünkü…

S e n i n   d ü n y a n d a…

“Ne öyküler yazdım yeniden, her yeni sen için. Ben heryere göçen bir kelebek idim beklerken tüm senleri. Ne gelebildiniz ruhumun sınırlarına ne ele geçirebildiniz şu doyumsuz kalbimi. Ah şu ihmal edilmiş ruhum hep kaybetti kendini, ararken seni. Veremeyeceğim toprak, yapamayacağım şey yok halbuki kazanmak için seni. Meğer, öğrenmişim nasıl yok ederim karşında kendimi. Yoksam eğer, nasıl bulacaksın ki beni? Ve yoksam eğer zaten vereceğim ya da yapacağım ne var ki? Ah aslında aradığım yok olan benmişim, peşindeyken senin. Ne sevdim can-ı suretimi ne de cananın kendisini.Bana en yakın olan o uzak kendimi.”

“Beni sevin der” kimileri…“Beni seven var mı?” diye sorar. Aslında ne sevmeyi bilir ne sevilmeyi. Bir keçiboynuzu misali çiğner, emer hem kendini hem karşısındakini… Eksik kalmış cennetini. Aslında hiç doymayan bir obezruhtur yüreği. Beslendiği ile zehirler kendini. Varlığı, bir başkasına o kadar mahkumdur ki… Bir çarkı felek gibi döner durur, başkalarında var olurken başı döner, kendini unutur. Gardrobu birbiriyle uyumsuz, her zevke uygun renk ve biçimde elbiseler ile doludur ki kimin durağında inecekse onu giysin. Tüm çabasına rağmen kimseyi memnun edemeyen, “bugün ne giysem” podyumunda “bizimle değilsin” yanıtını duyunca ağlayan, ah o bağımlı suret. Her yere ait olmak aslında hiçyere ait olmaktır. Herkes tarafından sevilmek, aslında hiç sevilmektir. Kendine ait bir odası olmayanın ne gideceği başka bir oda, ne odasına alacağı başka biri olacaktır. Bilmez.

Zordur bir masaya olduğu gibi oturmak. Zordur, çünkü kendi gibi olduğunda sevilmeyeceği, istenmeyeceği fikrine katlanmak. Taslak bir figürdür yaşam tualinde, her an netleşecek gibi ama sınırları hep silik kalan. Hangi heykeltraşın avucunda ise hamuru, onun parmaklarında şekillenir yaşamı. Hep ‘nesne’ kalır, herkesin elinde. ‘Özne’liğini yaratamaz ki özel olsun, hep isterken biricikliği. Halbuki kendi çamurundan kendi heykelini yaratmak değil midir, yaşamın ve yaşamanın keyfi? Bilmez.

İstediği bir şey yoktur ama hep istekleri engellenir. Haksızlığa uğradığını düşünür, tahammül edemez ama hakkını da koruyamaz. Başkalarının kendisini önemsemediğini, ötelediğini düşünür ama başkaları için kendi önceliklerinden vazgeçer. Nasıl da aldatır kendisini. Nasıl da yok eder başkası karşısında kendisini. Amaç, her ne olursa olsun sevilmek, terk edilmemek olunca nasıl da terk eder kendini. Ne bedeller öder. Bilmez.

Başkalarının dünyasında var olmak. Pek çok sahte kopyası ile orjinalinden yoksun yaşamak. Bağıra bağıra kendini öte dünyalara göstermek ama görülmemek. Aslında kendini yaratırsa görünür olur insan. Kendini var ettikçe, var eder karşısındakini. Yok olan kendi ile sahte olan karşıdaki arasında bir şey yoktur aslında. Almayı da vermeyi de bilmektir uzlaşmak. Alışveriştir. Bilmez

S ü r g ü n d e…d ü n y a s ı z…

“Bir çölde tek bir ağaç gibiyim” dedim kendi kendime. O sıcak kızıl kum denizinde, yalnız ‘bir ağaç gibi tek ve hür’. Ama ‘bir orman gibi kardeşçesine’ değil. Ormanda hiç kalamadığımı düşündüm. O kalabalık içinde olmak isteyip bir o kadar da korkmak ve kaçmak. İçimde bir orman yoktu ki, dışarıdaki ormanda kalmayı bileyim. İçim ne kadar ıssızsa, dışarısı da bir o kadar…ıssız. İçerisi de bir o kadar…yalnız. Özgür olabilmek için insansız, yaşayabilmek için insanlı bir dünyanın özlemi ve ikilemi içinde salınmak. Ne cennette ne cehennemde, tam da arafta kalmak gibi. Dünya, cennetle cehennemin bütününden ibaret ise dünyanın dışında asılı kalmak gibi. Göbek kordonu ile dünyaya bağlı olup, uçup uzay boşluğunda yitip gitmemek ama dünyaya hiç inmemek gibi.Dünyada yaşamak ve birilerine yakın olmak isterken bunun hiç olmayacağına dair inançla yaşadı, yalnızlık kalesinde sürgün olan can-ı suretim.. “Bu mudur?” diye düşündüm. İçim acıdı.”

‘Orada biri var mı?’ diye sorar kimileri. Aslında cevabını bilerek ama her defasında sormak, umudu değil yeisi tanımlamaz mı? Uzayda keşife çıkan uydu gibi, sonarlarından yankılanan, yalnızlıkla ve sessizlikle mühürlü ebedi bir çağrıdır sanki bu soru. Uzak… Yalnız…Yanıtsız yaşamak. Ah ne zordur hiç bir yere ait olmamak. Bir fotoğraf makinesinin vizöründen bakmak, çekmek, kara bir kutu içinde saklamak, beyaz bir ekrana yansıtmak ve izlemek. Kontrol edilebilir bir kadraja yerleştirmek hayatı, renkleri, anları, insanları. Bir dijital kare kadar yakınında ama o kareden ve içerdiğinden yeterince uzakta… Ama güvende.

Yok olmak ve yok etmekten kortuğu için en güvenli mesafede, uzaktan, imrenerek, acıkarak, özleyerek hayatta kalmak ama yaşayamamak. Hayatta kalmak için formal ilişkiler içinde kalmak, sınırlar özele kaydıkça, işin içine duygular karıştıkça kaybolmak…Kaçmak…Soğuk…Uzak olmak.. Güvende. Duygusuz ilişkiler içinde, otomatik, robot, uzaylı ya da köle gibi yaşamak…Bunlarla sarmalandıkça özgürlüğünü yitirmekten korkmak…Kendini, kendi içindeki ıssız bir adaya sürgün etmek…Özgür ama yalnız olmak… Güvende.

Ah en korkuncu değil midir, ne oturacak bir masa ne de o masaya birlikte oturacak birilerini bulamamak? Oysa yakın olmaktır uzlaşmak. Yakın olup, tanımak ve korkmamaktır. Özgür olacağım diye bağsız, yalnız hissetmemek için köle olmak değildir uzlaşmak. Bir masada beraber oturup birbirini yok etmenin dışında bir çözüm yolu bulacağına dair inancı paylaşmaktır, uzlaşmak.

Ortak dünya…Gerçek dünya…

İhmal edilmeyecek kadar uzak, işgal edilmeyecek kadar yakın ve umud edilecek kadar var olmaktır uzlaşı dünyası. Bu hem “ben”i, hem “sen”i hem “onu” var edecek dünyanın seyir defterini tanımlar. Dünyanın sınırları, “ben” ülkesi ile “ötekiler” ülkesinin kesişen toprakları üzerinde çizili: Ne kan akıtacak kadar belirgin kırmızı, ne de birbirinin toprağına bilmeden basacak kadar şeffaf kırmızı. Uzlaşmak bir seyr-ü seferdir. Birlikte yaşama yolculuğunun ta kendisidir. Senin olmadığın benim dünyamı, benim olmadığım senin dünyanı, ne senin ne de benim olmadığım bir dünyayı terk etmeyi becerebilmektir gerçek dünya…bencil alemden, devr-i aleme yelken açmaktır.

Nevhan Varol

(*)PsikeArt Ekim-Kasım 2013 sayısında yayımlanmıştır.