Ben, Diğerleri ve Büyülü Düşünce -I-

“Derin uykudan sonra ortaya çıkan ilk düşünce “ben”dir. İkinci düşünce “öte diğeri”dir. Büyülü düşünme, “ben” ve “öte diğeri” arasındaki iç çatışmanın sonucudur. Çocuk, hayali “nesneler” yaratarak bu iç çatışmadan ve hissettiği güvensizlikten kaçmaya çalışır. Daha sonra, bu “iç nesneleri” başkalarına veya oyuncaklarına yansıtır, böylece onlara gerçeklik görünümü verir.”

Çocuk psikolojisinde “parakozmoz”, kendi dini, tanrısı, hayali arkadaşları, erkek ve kadın arketipleri, sembolleri, içselleştirilmiş ailesi, dili ve tarihi ile kendi normları tarafından yönetilen hayali bir dünyayı ifade eder. Çocuk, kurbanı olduğu gerçek veya hayali nesneleştirilmesinden veya istismardan kaçmak için bu hayali dünyaya sığınır ve bunu gerçeğe giden bir köprü olarak kullanır. Büyülü düşünce, kendi ruhuna ait “iç nesneleri”, dış gerçeklikte bulunan insanlarla yani “dış nesneler” ile karıştırmaktan ibarettir. Çocuk, psikolojik gelişim dönemlerinden sağlıkla geçmezse, dışsal “gerçeklik” ile “hayali” arasındaki sınırları yönetmekte önemli bir zorluk çekecektir.

Her şeyden önce, kendi büyülü düşünceleriyle hipnotize olmuş yetişkinlerin bir ailesi, sosyal işlevi, mesleği ve sosyal statüsü olan insanlar olduğunu bilmek önemlidir. Yaşadığımız modern toplumda herkes evrene, bir tanrıya, bir azize, bir muskaya, bir fetişe veya bir piyango biletine, istediği korumayı atfedebilir. Bu yazıda büyülü düşünmenin ve atıflarının, insanların etkileşimlerindeki travmatik etkilerini anlatacağım.

İçsel dünyanın duygularından ve etkilerinden özgürleşmemiş, özerkliğine doğru evrimleşmemiş olan herkes, ontolojik bir güvensizlik durumunda yaşar. Anksiyete durumlarında ve psikolojik gerileme dönemlerinde, “gerçeklik” ile “hayali” arasındaki sınırları yönetmekte zorluk çekerler. Kendilerini güvende hissetmek için “iç nesnelerini” başkalarına yansıtırlar. Kendi çocukluk dönemlerindeki hayali dünyalarında yerleşik olan nesenelerdir bunlar.

Bu tarz kişilerin sahip olduğu büyülü düşünmenin 5 eğilimini şöyle sıralayabiliriz:

1. Diğerine veya sembolik bir nesneye kendimizi şüphelerimizden, korkularımızdan ve güvensizliklerimizden koruma gücünü atfetme eğilimi. Derin kaygı ve duygusal bağımlılıktan muzdarip insanlar için durum böyledir.

2. Kendisine diğerini koruma, değiştirme ve dönüştürme gücü verme eğilimi. Bu, kişilik bozukluğu olan veya duygusal bağımlılıktan muzdarip kişiler için geçerlidir.

3. Başkalarına kendi ruhunun korkutucu bir “nesnesini” yansıtma eğilimi. Bu, tehlikelere odaklanmış paranoyak insanlar veya bir kişilik bozukluğundan muzdarip, kaygılarını, intikam alma ihtiyacını ve öfkelerini başkalarına yansıtan insanlar için geçerlidir.

4. Kişinin bilinçdışı fantezileri için suçlu hissetme eğilimi. Obsesif kompulsiyonlardan muzdarip insanlar için durum böyledir.

5. Kendi korumasının ilahi kaynağını hissederken, başkalarını manipüle etme veya eylemleriyle onlara hükmetme eğilimi. Bu, her şeyi bilen narsistlerin yanı sıra sosyopatlar ve psikopatlar için de geçerlidir.

Büyülü düşünme eylemi (1. Ve 2. şıktaki tiplerin) içindeki ebeveynlerin çocuklarını araçsallaştırması

Olgunlaşmamış ve/ya kişilik bozukluğu olan ebeveynler, çocuklarına kendi ruhlarının “içsel bir nesnesini” yansıtırlar. Ontolojik güvensizlikleri,bakım verdikleri çocuklarını nesneleştirerek, kendilerini güvence altına almaya çalıştıkları 1 numaralı büyülü düşünceyle kendilerini hipnotize etmelerine yol açar. Ve 2 numaralı büyülü düşünceleriyle, bu gerçek dışı/düşsel varlığı koruyucu bir “nesneye” dönüştürürler.

Başka bir deyişle, kendi başına, kendi varlığı ve temel ihtiyaçları, duyguları, duyguları, dürtüleri, arzuları ve umutları içinde olduğu kadar sınırları içinde saygı duyulması gereken çocuğu, korunma ihtiyaçlarına uydurmaya çalışırlar. Bu koşullanma son derece zararlıdır, çünkü ebeveynler, daha sonra psikolojik olarak çocuklarının ayrışması, bireyselleşmesi veya psikoaffektif ve duygusal özerkliğine doğru gelişmesi konusunda engelleyici olurlar, sınırlarını aşarlar.

Bir Anne-Oğul Örneği:

Bu örnek, bir “anne”nin, oğlunu nasıl kendi içsel dünyasının bir “nesnesine” dönüştürmeye çalıştığını, onu nasıl görmek istediği şekliyle algıladığını anlatmaktadır:

Anne, borderline savunmaları olan narsisistik bir kadındı. Duru görü yeteneğine sahip ve medyumlukla ün kazandığına inananıyordu. Onun tahminleriyle kendilerine yol çizen, ona güvenen bir dizi insan takipçisiydi. Bu kadının ontolojik güvensizliği ve içsel boşluğu o kadar dayanılmazdı ki, hamile kaldığında takipçilerini beklediği çocuğun “Yahya Peygamber” olduğuna inandırdı. Parakozmozunun farkında olmayan anne, bebeğine kendisinin ve içsel erkeğinin ihtiyaç duyduğu koruyucu gücü yansıtmıştı. Çocuğunu, kendine değer vermesi, kendine güven vermesi ve uçurum boşluğunu doldurması için bir enstürümana dönüştürdü.

Çocuk, annesi, babası ve ziyaretçilerin atıflarından olumsuz etkilenerek derin bir endişe içinde büyüdü. Kendisinden ne bekledikleri hakkında hiçbir fikri olmayan çocuktan, kendi büyülü düşünceleri tarafından yönetilen bu insanlar onun bilgeliğini almayı bekliyorlardı. Çünkü onlar için bu çocuk, cennete ulaşmalarını veya cehennemden kaçınmalarına izin verecek bir rehberdi.

Tamamen hipnotik olan bu tiyatro senaryosuyla karşı karşıya kalan çocuk, korkunç bir varoluşsal kaygı içinde yaşadı. Onun gerçek varlığını reddeden annesi, onu gerçek temel doğasından da uzaklaşmaya zorladı. Kimsenin varlığına saygı duymadığı bu ortamda büyüyen bu küçük çocuk, sosyalleşme zamanlarını anaokulu avlusunu gezerek, diğer çocuklarla temas kurmadan, duvarları hep aynı yönde koluyla sürtünerek geçirdi. Anne, kazağın iki kolundan birinin delinmiş olduğunu fark etmesine rağmen, kendi büyülü düşüncesiyle hipnotize olduğu için oğlunun ne hissettiğini, ne yaşadığını anlayamadı, bunun bir sorunun  ipucu olduğunu fark edemedi. Bu sürecin devamında, Yahya projeksiyonu tarafından ele geçirilen çocuk, kendisinden kopmuş, kendini ifade etmesini ve başkalarıyla temasa geçmesini engelleyen aşırı endişeden muzdaripti.  Temel inancı, “Ben yokum” olan doğaüstü güçlere ve büyülü düşünceye saplanmış, büyüklenmeci fantezileri olan bir narsisist kendilik geliştirdi. Bu yokluk kimliğini benimsemesinin nedeni ise asla olduğu gibi görülmemesi idi!

Bu örnek nefes kesici olsa da, hayatım boyunca ebeveynlerin çocuklarına aşağıdaki rolleri vermiş insanlar tanıdım:

  • Ebeveynlerden birinin veya her ikisinin “baba” veya “anne” si olma rolü.
  • Babanın “romantik arkadaşı” olma rolü.
  • Annenin “yedek arkadaşı” olma rolü.
  • Depresif ve alkolik bir annenin “kurtarıcısı” veya “hemşiresi” olma rolü.
  • Narsist bir ebeveynin “kayıp kimliğini ” üstlenme rolü.
  • Ebeveynlerinin “Günah keçisi” olma rolü 
  • Ebeveynlerinin bilinçsiz hayal kırıklıklarının taşıyıcısı olma rolü.
  • Ebeveynlerin başarı ya da başarısızlıklarını “dönüştürme” rolü ( zaferlerde aşağılanmaları ve mutluluktaki hayal kırıklıkları vb.)

Bu roller aracılığıyla ebeveynler, çocuklarını kendi içsel ihtiyaçlarını karşılamak için yarattıkları sahte dünyanın oyuncuları olması için eğitirler. Böylece, bilinçdışı bir süreçte, çocuklarını temel doğalarını,  gerçek kendiliklerini görmezden gelmeye ve “sahte bir kendilik” benimsemeleri için zorlarlar.

Devam edecek

Yazan: Prabha Calderon

Türkçeleştiren:Nevhan Varol