Katı Olan Şeyler Çözülüyor:”Aşk ve Nefretin, Sevgiye Dönüşümü Üzerine Bir Deneme”

Aşk ve nefret (bölünmüş iyi ve kötü kendiliğin bağlantılı duygulanımları) bir madalyonun iki yüzüdür. İkiz kardeş gibidirler. Her iki yüz de aslında, kişinin aşık olduğunun gözlerinde, kendini dev aynasında (yücelerek) ya da cüce aynasında (değersizleşerek) gördüğü,  kendine dair yanılsamaların yaşandığı duygusal bir ortamı belirler. Ki bu ortam, kişinin iç dünyasında, derinlerde saklanan arzu, istek ve ideallerin hayata akmasından ziyade, karşıdaki idealize edilmiş/yüceltilmiş (aynaya) kişiye yansıtılmasına, kilitlenmesine ya da bloke edilmesine neden olur.

İşte belki de bu yüzden, “aşk tek kişiliktir” demek yanlış olmaz. Tek kişiliktir, o yüzden de biraz ‘özsevi’ biraz da ‘özyıkım’ içerir.

Tıpkı anne-çocuk arasındaki gibi sembiyotik bir zihin-duygu-beden birlikteliğidir. Annesi tarafından beslenen çocuğun hazzı ve aç kalan çocuğun yoksunluğu gibi,  iki kişi arasında biriken olumlu olumsuz deneyimler, ya aşk ya nefret kasasında tasnif edilirler. Bu duygular yani hazzın romantik versiyonu ‘aşk’ duyguları ile, yoksunluğun romantik versiyonu ‘nefret’ duyguları, regüle edilemez yani sakinleştirici bir mekanizma ile dengelenemez ise ilişki ya da aslında iki kişi arasındaki duygusal etkileşim sevgi dolu bir ilişki yerine patlamaya meyilli bir mayına dönüşebilir. Bu patlama, ilk aşk ilişkisinde yani anne-çocuk arasındaki

psikolojik gelişim dönemlerindeki bir duraklamanın işaretidir aslında. Ve o duraklamanın aşılması ile aşılamaması arasındaki içsel çatışmanın tekrarlanması, kişinin bağımsız, özerk ve yaratıcı olma yolundaki bir iyileşme çabası olarak yorumlanabilir.

Aşk hatta nefret, kişinin karşıdaki ile bağlantısını devam ettirirken aslında kendi kimliğine dair içsel olarak hedeflediği ideallerine yönelik pasif ödüllendirici ya da cezalandırıcı birer adım ya da narsisistik birer beslenme kaynağı olarak görmek yanlış olmaz.

A ş k / Bütünleşmiş kendilikten kopmuş iyi kendiliğin sahnesi

Aşk duyguları içinde iken, kişi kendini en ekonomik içsel enerji ve çaba ile olmak istediği yerde görür, hisseder. Ki bu hissediş hayat içindeki pek çok alanda (akademik, kariyer, yaratıcılık, dostluk, aile, ikili ilişkiler, içsel derinlik ve samimiyet, yakınlık vb.) ulaşabileceği kişisel potansiyelinin askıya alınmasıdır. Bu ertelenen kendilik kapasitesinin inkarı, aşık olunan ile yaşanan ve kendisine verilen, verildiği sanılan ya da verileceği umud edilen duygusal hazlar ile sağlama alınır, ödüllendirilir.

Theodor Reik, aşkı, kişinin kendi iyileşme ihtiyacı için bulduğu en zahmetsiz ya da en kısa tedavi yoludur diye ifade eder. Yani aşk, öyle gökten zembille inmez adem oğlu ile havva kızının hayatına. Çünkü, yaşamı içinde aktif adım atmayan kişinin depresif yaşamı ya yaşam krizleri ile (ölüm, afet, savaş, ölümcül bir hastalık vb.) ya profesyonel bir yardım ile zorlu bir süreçte harekete geçer ya da aşk ile harekete geçmiş gibi yapar. Bu anlamı ile iyileşmenin haz dolu bekleme odasıdır aşk.

N e f r e t  / Bütünleşmiş kendilikten kopmuş kötü kendiliğin sahnesi

Ya madalyonun öteki yüzü. Yani nefret, aslında, aşkın içinde yavaş yavaş yüzünü gösterir. Tıpkı o da aşk gibi tek kişiliktir. Kişinin kendi içindeki kötü kendiliğin, an be an hareketlenmesi ile ikili iletişim içinde kendini belli eder. Çünkü, aşık olunana atılan kestirme “benlik ideali”, olmak istediği yerde olmadığını, hayatın gerçekleri içinde yavaş yavaş hissetmeye başlar. Tatminsizlik, aşk içindeki iki kişi için de,  birbirine atılan çamurlar olarak nefret çukurunda birikmeye başlar. Bu anlamı ile ilişki içinde güvensizlik, uzaklaşma, çatışma, uyumsuzluklar baş gösterir. Böylece ertelenen kendiliğin inkarının, kızgınlık, öfke ve nefret skalasındaki olumsuz duygularla cezalandırılması gündeme girmeye başlar. Kriz, bazen aşk duygularının ateşlenmesi ile atlatılmaya, yok sayılmaya çalışılır. Bu çaba, ertelenen kimlikle başbaşa kalmanın korkusundan ve sembiyotik ilişkinin kopmasından duyulan endişeden uzak kalınmasına yardımcı olur. Eğer ilişki içindeki kişiler, bu bölünmüş duygular ortaklığını, bütünleşmiş birer kendiliğin oluşması ve iki ayrı, bağımsız kişinin sevgiyle paylaştığı bir ilişkiye dönüştürmek için fırsat olarak kullanmazlarsa da kaçınılmaz sona, ayrılığa daha doğrusu nefret dolu bir kopuşa sürüklenirler. Ki bu kopuş, nefret ile aslında ego idealinin ertelenerek, kişinin pasif yaşam inadını devam ettirir, içsel dünyasındaki  bütünleşme ve kendi potansiyelini ortaya çıkarma ihtiyacını,  sesini bastırır. Bu haliyle nefret, iyileşmenin yıkım şantiyesidir.

 S e v g i  / Bütünleşmiş –iyi ve kötü- kendiliğin sahnesi

Sevmeyi bilmeyenler aşık olurlar. Ya da sevme kapasitesi, gerçek aşktır ve sadece aşık olunan kişiye değil yaşamın her alanına kendinden başlayarak akan bir potansiyeldir.

Bu potansiyel, kapalı devrede hayatını sürdüren yani narsisistik bir kendilik ihtiyacı ile aşk ve nefret aşırı uçlarında salınır. Bu aşırı ve katı uçlar, aslında kişinin kaybettiği kendiliğine, benlik idealine dair farkında olmadan duyulan özlem, acı, hasret, pişmanlık, kayıp, suçluluk, boşluk, korku, yalnızlık duyguları ile başa çıkma yolları olarak aşırı doz alınan ilaçlar gibidir. Eğer kişi/ler bu duyguları ile yüzleşir ve bunun üzerine çalışırlarsa nasıl bir yaşama ihtiyaç duyduklarını keşfetmeye götüren bir rehberi bulmuş olurlar. Ve bu rehber, kişileri aslında gerçek ikili ilişkileri yaşamak için ihtiyaç duydukları bireysel sınırların oluşumu için de hazırlar.

Katı olan şeylerin dağılması için, bütünleşmek için, sevgi için…..hayır ola….

ÇöL ( “orange love” filmine ithafen)

bir sigaranın ateşi ile deler gibi,
umursuz,
deldi yaşamı
ve yaşam,
sigara ateşi ile korlaşan,
ufak bir kızıl noktadan
büyüyerek,
içinde kaybolunacak kızıl bir çöl yarattı…
çöl,
hem uçsuz bucaksız
hem sıcak
hem kum kadar zengin …
çöl,
bir o kadar yalnız,
bir o kadar ıssız,
bir o kadar soğuk…
çöl,
içinde yaşanmamış, özlenen pek çok görüntüyü hapsederek,
öldüğünü hissettirmeyecek kadar şefkatli idi…
aşk, kendi içinde bir çöldü.

Nevhan Varol

(*)PsikeArt  Kasım 2015 sayısında yayımlanmıştır.