Suret-i Surat Aslı Gibi Değildir:”Personanın(*) Samimiyet Kıyılarındaki Dayanılmaz Yolculuğu Üzerine Notlar”

 “Kendini bildi bileli çok güzel maskeler yapıyordu. Önceleri sadece kendisi için yapıyordu. Şu yalnız ve terk edilmiş çocukluk zamanlarına arkadaş üretiyordu adeta. Kendine benzeyen pek çok suret düzenliyordu şimdilerde. Hem atölyesi hem çevresi, bu suretlerin ününü duyan, merak eden, para biriktirip kendileri için özel olan bir tanesini almak için gelenlerle doluydu. İşte çocukluk korkularıyla başa çıkabilmek için bulduğu bu oyun şimdi hem cebini hem ruhunu doyuruyordu.”

Çoğumuz hatırlamadığımız bir zamanda karar vermişizdir, kendimizden vazgeçmeye. Bu vaz geçiş ile kendimizi askıya almışızdır. Bir gün, elbet giyiniriz umudunu taşıyarak. Askıdaki kendimizi sevecek başkasını bulabilme umuduyla. Lakin hiç bulunmaz. Kendinden vazgeçeni, başkaları çoktan baştan savmıştır… Bilmeyiz. Giyiniriz, başkalarının görmek, duymak, anlamak istediğini düşündüğümüz kostümleri. Aslında başkalarının yüzünde, bir kişinin gözlerini görürüz. Geçmişten. Çok yakınımız olanın gözleri. Tek derdimizin, tek besinimizin sevgi olduğunu hissettiğimiz geçmişin küflü anısıyla bir çocuk gibi istemeye devam ettiğimiz bu yetişkin çağımızda… sevgi için… ahhh, ne bedeller öderiz… anamız olmayanın ana kucağında. Bu bedellerin ardına saklarız öfkemizi, korkumuzu, çaresizliğimizi, gerçek yüzümüzün yalnız suretini kapatmak için.

Bedeller çoğaldıkça, iç-dolabımızdaki askıların sayısı arttıkça, kendimizi bulamayız bu karışık, dağınık, gardıropta. Halbuki ne çok ihtiyaç duyarız el yapımı, üzerimize dikilmiş, terzisi olduğumuz iç-yüzümüzü giyinmeye. Samimi olmaya, yakın olmaya çıkan kapıyı bulmak için, burnunu titreterek bir labirentte yolunu arayan fare gibiyizdir aslında. Ama ne zordur, kapısı olmayan bir labirentte oradan oraya koşturmak. Ya kendi gerçekliğine açılacağını umduğumuz sahte çıkışları zorlayacak ya labirentte kalacağız.. Ya önümüze atılan lokmaları yiyecek ve yetinecek ya da içimizde var olan kemirme, eşeleme gücünü kullanıp, sahte çıkışlardan vazgeçip, kendi gerçek hayatımıza açılacak kapıya varacağız. Karar anı değişim anıdır. Öğreneceğiz, tırnaklarımızdaki ve dişlerimizdeki sızıyı hissederek, acıdan vazgeçmeyerek. Yoksa ne çıkışı vardır bu dehlizin ne de gerçek kendimize ulaşan kapıyı çalacak kişilerimiz.

“En mükemmel maskesini yapmaya devam ettiği günlerden birinde… Atölyesinde biriken maskeler ortasında ve etrafında artan kalabalığın isteklerine yanıt vermeye çalışırken ne kadar yalnız ve sahte olduğu hissi ile kalakaldı…Aslında istediği yüzü hiç üretemediğini, cebi dolsa da ruhunun doymadığını sadece şiştiğini fark edince….bitmez oldu başladığı işler…Atölyesi, başlanmış ama yarım bırakılmış, etrafa saçılmış pek çok maske ile dolup taşarken gelenler, gün geçtikçe azalmaya başlamıştı… Herkesin kendi için aradığı şeyi bulamamasıyla kesilmişti o kalabalığın ıssız ilgisi. Bu gerçek ıssız günler içinde, o kalabalık ama sahte dünlerden kimseyi hatırlamıyordu. Kimseyle gerçekten karşı karşıya kalmadığını düşündü içi sızlayarak ve gözünden sızan damlalar ile aynaya baktı. Kendini göremediğinde telaşlandı. Gözyaşları yüzünden olduğunu düşünüp sabırsızca sildi gözlerini. Karşısındaki adamı ilk kez görüyordu. Tanımıyordu. Maskeleri bile daha tanıdıktı şu surattan. Demek ki hiç bakmamıştı kendine. Tabii ya, yaptığı maskeleri kendi üzerinde denemek için geçmişti hep o aynanın karşısına”

Zordur gerçek olmak. Ne istediğini aramak, bulmak, bilmek ve bunları ifade etmek ve hatta hayata geçirmek. Başkalarının sevmediği ya da sevmeyeceğini düşündüklerimizi yaparak, sahte kalabalıklara gerçek yalnızlığı tercih etmek zordur hepimiz için. Çünkü anneler bile fareden korkar…iğrenir. Zordur sevilmeyen çocuk olmak. İçimizdeki o gri, pis, iğrenç fareyi saklamak gerektiğini öğreniriz… Beslenmek için girdiğimiz mutfak ya da kilerde, görüldüğümüzde kovalanacağımızı, zehirleneceğimizi, kapana sıkıştırılıp acı çektirileceğimizi düşündüğümüzde ya da bir kedinin oyuncağı olacağımızda… pis bir fare gibi hissederiz. İşte o zaman kemirgen, eşeleyen hayatta kalan fare özümüzü sevimli bir sincabın arkasına saklayarak gireriz temiz, akıllı, çekici insanların dünyasına. İşte o zaman, hep beraber hoş bulduk sahte suratlar alemine. Sincap görünümlü fareler labirentine…

“Aynada kendine bakarken, elleri, yüzü üzerinde her noktayı ilk kez hissederek geziniyordu. Tıpkı maskelerini yaparken çamura ve ahşaba gösterdiği özen ve ilgi ile… bu sefer kendisini, kendi şeklini merak ederek, elinin altındaki malzemeden neler çıkacak sorusuyla. Her noktada her gözenekte saklamış olduğu anılarının, tıpkı saunada sıcaktan dolayı insan teninden fışkıran ter gibi, suratından fışkırdığını hissetti. Teri atmak nasıl rahatlatırsa vücudu, ruhunun da hafiflediğini hissetti. Yaptığı maskeleri onca yıldır nasıl sırtında yük gibi taşıdığını anlayınca, “neden?” diye sordu kendi kendine… Neden?

Ve mutsuz annesini mutsuz etmeme kararını aldığı o güne kadar geri gitti. O filmlerdeki gibi bir zaman tünelinden geçip, yatağın kenarında oturmuş ağlayan annesini gördü, bir kol mesafesi uzağında. Hemen orada, annesinin ayak ucunda, onun neden ağladığını anlayamayan üç yaşındaki kendi çocukluğu kıvrılmıştı.. Şimdi, bu görüntüye bakarken de bilmiyordu neden ağladığını annesinin. Ama annesini bir kez daha ağlatmayacağına, üzmeyeceğine söz verdiğinde, o taptığı kadının gözlerindeki gülümsemeyi yanıt olarak gördüğünde, kendini suçladığını ve bu suçtan kurtulmak için yılladır nasıl uğraştığını anladı. İşte o an vazgeçmişti kendinden. Kendi içindeki pis fareden. Hatırladı.

Sonra aynadan uzaklaştı. Sakin, yalnız ama ilk kez hissederek ve ilk kez kendine yakın olarak atölyesini terk etti. Kapısı ardına kadar açık, yarım kalmış maskeler etrafa saçık. Bu maskesiz yüzüne ortak olacak, yoldaş olacak, yakın olacak yürekleri aramak için gitti. ”

ASL-I SURET

Yıkık kentin surlarından semaya havalandı

Bir çift kanat

Geldiği alem viran

Geçtiği devran eski

İçinde gideceği kentin resmi

Kadim kentin sunaklarından havalandı semaya

Bir çift kanat

Gördüğü suretler biçare

İzlediği gölgeler naçar

Suretinde adadığı aslı gizli

Doğduğu alemin semalarından havalandı

Bir çift yürek

Ya birleşip yeniden doğmak

Ya da ayrı kalıp yeniden, yeniden ölmek

Kaderleri seçtikleri yolda gizli

Nevhan Varol

(*) PsikeART Eylül-Ekim 2014 sayısında yayımlanmıştır.

(**) Persona, Türkçe karşılığıyla maske, Jung tarafından ortaya atılan, bireyin günlük yaşamdaki ihtiyaçlarıyla ilişkili olan tavrı tanımlar. Buna göre, bilinç ile bilinçdışı arasında sürekli bir yer değiştirme söz konusudur ve aralarında belirgin bir ayrım yoktur. Ne düşüneceğimizi önceden tahmin edemeyiz, bilinçli isteklerimizden bütünüyle farklı bir yönde beklemedik düşünceler oluşabilir. Ayrıca, bugün bilinçli olan şey, yarın unutulabilir veya bastırılabilir. Bir adamı çalıştığı iş yerinde gözlemleyen biri, onun güler yüzlü, ileri görüşlü, samimi biri olduğu sonucuna varabilir. Ama aynı adam, başka bir ortamda, örneğin evinde, işyerindekinin tam tersi bir halde olabilir. “Öyleyse hangisi asıl karakterdir, gerçek kişiliktir?” diye sorar Jung. “… Normal bir kişilikte bile, karakter bölünmesi imkânsız değildir. “Çocukluk dönemini ele alacak olursak, sağlıklı bir bebek çok doğaldır, yapmacıklık taşımaz. Diğer kişilerin hislerine aldırış etmeden nasıl istiyorsa öyle kabul eder, istemediğini de reddeder. Büyüdükçe, diğer insanların bilincine varır ve bir topluluğa kendini kabul ettirmek için nasıl rol yapacağını öğrenmeye başlar. Çocuklar, hızlı değişiklik gösterirler; dolayısıyla bu yapmacıklığın ne zaman baş göstereceği ve hangi boyutlarda ilerleyeceği her çocukta farklı olacaktır.