Ertesi Durakların Kesilmemiş Biletleri:”Bağımsız Filmler Kuşağında Tek Gösterimlik Gala”

“Hep aynı durakta iniyordu. Nereye giderse gitsin, aynı durakta inmek sanki hep hareket etmek ama hiç ilerlememek gibiydi.Her seferinde aynı sokaklarda gezip, bilmediği sokaklara, kentlere, binalara girmeyi bir sonraki yolculuğa bırakıyordu. ”

Hayatta kalmak ile yaşamak arasında bir fark olmalı. Elimizdekilerle idare etmek, onları ekonomik kullanmak aslında sadece hayatta kalmaktır. Alıştığımız düzeni bozmadan, bu düzen içindekilerin yoksunluğunu çekmemek üzerine kurulan bir hayat ne kadar yaşanılasıdır? Böyle yaparak, sadece kaybetmekten korktuğumuz çeperimizi korurken, o çeperin içinde patlayıp, gelişecek nice tohumların serpilmesini, çiçeklenmesini, üreme ve üretmesini baltaladığımızı fark etmeden, tüketiriz zamanımızı. Gelişmeden, geliştirmeden. Yitirme kaygısı yüzünden, yiterek. Bir gaz lambasını idareli kullanarak, odamızdaki ışığın kaybolmasını engellemek istemek gibidir hayatta kalmak. Oysa, merak etmek, aramak, çalışmak, üretmek ve bulmaktır; hayat. Işığı, gazlı bir ipin ucundan, havası alınmış bir cam fanusun içinde titretme sürecine yapılan yolculuktur; yaşamak. Tüm yoksunluklarımız ve çaresizliğimiz içinden bir imkan, bir seçenek, bir yol, bir ışık bulmaktır. Üretmek ve devinmektir.

“Ne kadar çok korktuğunu anladı aslında yolculuk etmekten, bu kadar çok isterken. ‘Gidipte bulamamaktan değil, dönüpte bulamamaktan’ dediği gibi yazarın, döndüğünde kaybedeceklerinden kortuğu için ertelediğini anladı. O yüzdendi hep yola çıkması ama hiç yolcu olmaması. Kendini yola çıkarak inandırıyor ama aynı durakta inerek kandırıyordu. Ertesi durakların kesilmemiş biletlerini biriktiriyordu.”

Ne zaman karar verdik olduğumuz yerde saymaya? Ne zamana kadar, bize gidebilirsin diye bakan gözler için bekleyeceğiz? Kendi gözümüzle gördüğümüz, merak ettiğimiz bu dünyada yaşamak için daha ne kadar ve kimden bekleyeceğiz izin almayı?

Kimbilir, kaç dosya birikti her birimizin kişisel tarihinde? Her dosyanın içinde bitmemiş işler, yarım kalmış projeler, hayal edilmiş ama hedeflenmemiş istekler, söylenmemiş sözler, yaşanmamış ilişkiler, doğmamış çocuklar, gıpta ettiğimiz ama güdük bıraktığımız kadınlık ve erkeklik suretleri, verilmiş ama yerine getirilmemiş sözler, yazılmamış yazılar, gidilmemiş ülkeler, aranmayan arkadaşlar, akrabalar, eşler, dostlar… “Daha var nasılsa, hele bugün de geçsin yarın yaparım” dediğimiz, nelerimiz var? Zorlanmaktan, yorulmaktan, red edilmekten, sorumluluk almaktan, aldığımız sorumlulukların sonuçlarını göğüslemek cesaretinden kaçmak ve şu anın keyfini kaçırmamak için nasıl da salıvermişizdir kendimizi. Şu rehavet çukuru içinde, sıkışıp, uyuşup, sızıp ertesi gün bir iç sıkıntısıyla uyanmadığımız kaç gün vardır? İpliğimiz pazara çıkmadan, üstünü inandırıcı bir sürü bahane ile duyanlara, görenlere kendimizi aklamaya çalışırken, aslında kendimizden kaçtığımızı yakaladığımız kaç an, kaç gün, kaç yıl var arkamızda? Ya önümüde ? 

“Günahlarını Tanrı değil, sen affetmeyeceksin. Kendine yaptıklarının cezasını bir ömür boyu peşinden koşan mahşerin atlılarından kaçarak çekeceksin. Sen ertelediğin kadarsın. Sen ertelediğin herşeyin toplamısın. Sen kendi yaşamının boynuna ilmik geçiren, kendini bilmez cellatsın. Bu repliklerle uyandı, kapalı gözler sinemasından, içi soru işaretleri ile dolu. Yüzünü yıkarken baktığı suretinde, aklına biriktirdiği biletler geldi. İçinden rastgele birini seçti ve bavulunu hazırladı. Artık yolcuydu.”

Harekete geçmek… Hem de kendiliğinden… Birinin desteğini, sopasını hissetmeden.. Ne zaman bu hareketlenmenin sınırına gelsek duyduğumuz korku, suçluluk, boşluk, hiçlik, çaresizlik ve depresyon duyguları. Bunlarla başa çıkamayınca harekete geçmek yerine vazgeçmek ya da ertelemek… Vazgeçmenin dayanılmaz rahatlığını yaşarken, bağımsız ve özerk sınırlarımızdan lime lime devrettiğimiz topraklar, kaybettiğimiz kaleler, ödediğimiz bedeller. Zordur, oyundan çıkmak. Öğrendiğimiz ve hayatta kalmamızı sağlayan kuralları red etmek, bize biçilen rollerin içinden sıyrılmak. Bağımsız filmler için ne kadar zorsa bütçe bulmak bir yönetmene, o kadar zordur kendi senaryosunu yazmak hayatın içine.

Artık o çocuk zihnimizle verdiğimiz kararı değiştirme zamanı, değil mi ahali? Artık yapmamız gerekenlerin değil “yaşama”nın zamanı, ahali. Ve artık, yolcu yolunda gerek, ahali. Yoksa iki elimiz yakamızdan düşmeyecek ömür boyu, ertelediklerimizin rehavetinin gölgesinde.

“nereye gittiğini bilmiyordu

içi sıkkın hazırlandı

nesi varsa aldı geçmişten

         şu andan

            kafasının içine tıktı, bavulunu tıkıştırır gibi

nereye gittiğini bilmiyordu

sadece vaktinden önce,

tren kalkmadan,

istasyonda olmalıydı

bineceği tren, hep aynı duraklardan geçecekti nasılsa

endişelenmesine gerek yoktu

arka kompartmanları geçti, geçmişini geride bırakır gibi

oturduğu kompartmanda yalnızdı

öndekiler ise tanımadıklarıyla doluydu

yabancı kalmamak için yalnız kaldı

geçmişini ve geleceğini barıştıramadı

ne arkasına baktı

      ne önüne

         öylece kaldı.

tren kalktı”

Nevhan Varol

(*)Psikeart Mayıs-Haziran 2013 sayısında yayımlanmıştır.